Şubat 2025
#şiddet-üzerine
Şiddet nerde başladı? Hayatımıza hangi noktada dahil oldu? Nerede öğrendik ve öğrettik? Kadınlara, çocuklara ve hayvanlara olanlar değil. Evde ya da okulda ya da sokakta olanlar da değil. Hayatın içinde olan ama şiddet görünmeyen o şey. Daha tanımlamadığımız o şiddet eylemini merak ediyorum. Nasıl anladık? İzleyerek mi, okuyarak mı, dinleyerek mi yoksa yaşayarak mı. Bilmeden yaşatmış olabilir miyiz? Benim hatırladığım naif bir şiddet örneği var. İzleyerek gördüğüm bir şiddet; televizyonlara ve diğer cihazlara yapılanlar. Bir nesne olduğundan naif diyorum. Çalışması için az mı vuruldu o televizyonlara, radyolara. İsteğimizi yerine getirmesi için denedik bu yolu. Yöntemlerimiz gücümüzle orantılıydı. Doğru yapmıştık ki çalıştığı da oldu. Bir daha olsa bir daha yapardık. En fazla ne olabilirdi ki. Bir naif şiddet örneği. Ama biliyoruz ki şiddet naif olmaz. Bir yerde başladığında nereye gideceği bilinmez. Durmadan ilerler, durmadan büyür. O televizyonların zor bir hayatı var artık. Öğrenmişlerdi ve öğreteceklerdi.
Peki, şiddet kötü bir şey mi? Herkes şiddeti böyle mi tanımlar yoksa gerektiğinde iyi midir? Her yerde biraz var, hissedemiyoruz belki. Kötü gelmiyor bize. Bir seviyeye ulaştığında bir grup insan algılıyor. Her seviye sonunda daha fazla insan, kötünün kötü olduğuna, şiddetin şiddet olduğuna inanıyor. Durum yaşanırken değil de sonradan “kötü” diye tanımlıyorsa birisi, o zaman kendisine şunu sormalı: Benim uyguladığım şiddet nedir? Hangi seviyededir? Kimleredir? İyi bir insan, ne kadar kötülük yaptığını bilmeli. Yaptığı ya da yapmadığı her şey ile bunu düşünmeli. Elbet bu tanımı kendisi yapacak. İnandığı kötülükleri düşünecek ve kendisinin iyi birisi olduğuna ikna olacak. Kötülükten uzak olduğuna sevinecek. Çünkü kötü hep diğerleridir. O kadar çok yanlış, eksik, öyle bir kayıp var ki. İnsanlar tanık oldukları bu kötülükle nasıl birlikte yaşayabilir? İyi olma çabası kurtarabilir belki ya da bir şeylere inanmak. Herkes bir şeylere inanıyor da birbirine yeterince inanmıyor. Güce inanmak, birbirimize inanmaktan daha kolay.
Bir asker düşünelim. Doğdu, büyüdü, ailesi oldu, sevindi, üzüldü. Sonra bir savaşın ortasında buldu kendini. Bir sivil düşünelim. Hayatı bu asker gibi benzer ama sadece savaşı yok. Şimdi bir daha düşünelim. Bir asker bir sivilden ne kadar farklı? Savaşa katılmayan bir sivile asker diyemeyiz. Öldürülen bir askere insan diyebiliriz ama. Siviller hayatını kaybettiğinde daha çok üzülüyoruz. Çünkü hepimiz buna inandık. Gerçekten üzülüyoruz. Gerçekleşmemesi gereken bir olay olarak görüyoruz. Ayrım yapıyoruz. Bir sivil kaç askere denk? 10 sivil eşit mi 100 askere? Var mı bunun matematiği, oran orantısı? Yarışta değiliz, bu sebeple önemsiz bu sayılar. Askerlerin ölmesini normal karşılayamayız. Çünkü bu, piyonların feda edileceği bir oyun olamaz. Savaş bir özgürlük mücadelesi değil. Şiddetli bir paylaşım mücadelesi, güç gösteri. Yaşamın tek bir amacı var, o da yaşamak! İyi bir savaş yoktur, evet, sadece askerler hayatını kaybetmiş olsa dahi. Bir savaş suçu işlemeye gerek yok, savaş suçtur. Hey insan, öldürmenin okulu olur mu?
Savaş sırasında bile bir insanın malını mülkünü koruyan yasalar var da, insanın hayatının yalnızca kendisinin olduğunu yazan tek bir kitap dahi yok.
1
1.Johnny Silahını Kaptı(sayfa: 98)
Depremde öyle bir ölürüz ki
Utanç içinde kalır herkes
Yaşamak bize yakışmıyor gibi